BELÇİKA TARİHİNDEKİ KARA DELİKLER

Yazı: ermenisorunu.gen.tr  ///  04.12.2019

Belçika Federal Meclisi, Flaman Milliyetçiler, Flaman Hristiyan Demokratlar, Flaman Liberaller ve Valon Liberaller tarafından ortaklaşa hazırlanan tasarıyı kabul ederek 1915 Olayları’nı “soykırım” olarak tanıdı. Genel kurulda 124 kabul oyuna karşılık hiç ret oyu çıkmazken, 8 üye çekimser kaldı. Kararda, 1915 yılında Müslümanlar arasında da kayıplar yaşandığı, farklı tahminlere göre 300 bin ila 1,5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybettiği ve Süryani, Keldani, Asuri, Pontus Rumlarının da yoğun katliamlara uğradığı ifade edilirken Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel ve manevi açıdan bu trajediden sorumlu tutulamayacağı belirtiliyor. Öte yandan muhalefet partilerince verilen “soykırım inkarı”nın cezalandırılması ve “soykırımı tanımanın” Türkiye’nin AB üyeliği için ön şart olması yönündeki değişiklik önergeleri meclisten geçmedi.

Kararın tarihçilik açısından önemi
Yakın Belçika tarihinin “ırkçılık” ve “soykırım” kavramları dışarıda bırakılarak okunamayacak olması, elbette 1915 Olayları’nın bütün boyutlarıyla tartışılması önünde bir engel değildir, olmamalıdır da. In Defense of History’nin (Tarihin Savunusu) yazarı meşhur tarihçi Prof. Richard J. Evans’ın söylediği gibi “tarihçiler için münazara yapma özgürlüğü ve geçmişi hukukun veya devletin kısıtlamaları olmadan tartışmak hayati derecede önemli… Hükümet[ler]in tarihsel tartışmalara müdahale etmesi her zaman kötü bir şeydir. Biz tarihçiler bu olaylar hakkında tartışmakta özgür olmalıyız ve okuyucularımız ile dinleyicilerimiz de kimin haklı olduğu konusunda karar vermekte özgür olmalı.”

Belçika ve “soykırım”
Ancak bu küçük Avrupa ülkesinin 1915 Olayları’yla ilgili “soykırım” kararı alması oldukça ilginç. Zira Belçika tarihini “sömürgecilik”, “soykırım” ve ırkçılık” gibi kavramlardan bağımsız okumak neredeyse imkansız. Belçika’nın özellikle 1895 Berlin Konferansı’ndan neredeyse aslan payıyla ayrılarak sömürgecilikte İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerden aşağı kalmadığını göstermesi ve yönetimine bırakılan iki Afrika ülkesinde dolaylı yönetiminin meydana getirdiği tahribat bu görüşü doğrular nitelikte.

Belçika’nın Kongo’daki “medenileştirme misyonu”
Belçika’nın Afrika’ya girerken hangi güdüyle hareket ettiğini 1865-1909 yılları arasında tahtta bulunan Belçika Kralı II. Leopold şöyle açıklar: “Dünyanın henüz nüfuz edilemeyen tek yöresini medeniyete kavuşturmak, oradaki halkların üstünde asılı duran karanlığı delmek, kanımca içinde bulunduğumuz bu ilerleme çağına yaraşır bir haçlı seferidir.” “Medeniyet taşıma” projelerinin erken dönem örneklerinden biri olan Belçika’nın Kongo’daki dolaylı yönetiminin 20. yüzyılda kendine uygun bir düşmanlık alanı yaratmayı hedefleyen birçok ülkeye ilham kaynağı olduğuna şüphe yok.

II. Leopold’un bu sözleriyle Kongo’da yönetimi ele almasından sonra 1885-1908 yılları arasında 10 milyonu aşkın insanın hayatını kaybettiği noktasında tarihçi ve antropologların görüş birliği bulunmaktadır. Hesaplamalar yapılırken kullanılan kaynaklar polis kayıtlarından sözlü tarih çalışmalarına, günlüklerden soy araştırmalarına kadar geniş bir yelpazeyi kaplar. Hesaplamaların bizzat Belçika Hükümet Komisyonu’nun 1919 yıllarındaki çalışmalarıyla örtüşmesi de cabası.

Kongo’nun zengin fildişi ve kauçuk kaynaklarını daha hızlı tüketebilmek için Kongolular çocuk, genç, kadın, yaşlı denmeden ağır şartlarda çalıştırılır. İşkence ve keyfi öldürme de resmen Leopold’un mülkü statüsündeki Kongo’da sıradan olaylar haline gelir. Kongo’da yaşananlar dünyada duyulmaya başlayınca kral tepkileri hafifletmek amacıyla Kongo’nun mülkiyetini Belçika devletine devreder. Kitlesel öldürmeler azalsa da insanlık dışı şartlarda işçi çalıştırma ve ülkenin zenginliğinin sömürülmesi devam eder.

A. Hochschild, 2012 yılında yayımlanan King Leopold’s Ghost: A story of greed, terror and heroism kitabında, Belçika’nın 1959’da Kongo’dan çekilmesiyle bile ülkedeki karışıklığın düzelmediğini belirtiyor. Belçika’nın ülkedeki icraatları, daha sonra gelen siyasetçi ve bürokratları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi kitapta ele alınan konular arasında. A. Hochschild, Leopold ve Belçika hükümetlerinin Kongo’da attığı tohumlar sonucu ilki 1996-1998, ikincisi 1998-2003 yılları arasında olmak üzere iki iç savaş yaşandığını, bu çatışmalarda 5,5 milyona yakın insanın hayatını kaybettiğini ve bu olayların –nedense- Avrupa’da pek konuşulmadığını söylüyor.

Ruanda soykırımında Belçika’nın rolü
Belçika’nın ırkçı ve sömürgeci politikalarının büyük bir katliama yol açtığı bir diğer ülke ise Ruanda. 1994 yılında, yaklaşık 100 gün içinde bir milyona yakın insanın öldüğü soykırımın ardında Birleşmiş Milletler’in sessizliği kadar Belçika’nın Ruanda halklarının arasına soktuğu nifak da etkili. Ruanda’nın Almanya’da bulunan yönetim hakkı I. Dünya Savaşı’ndan sonra Belçika’ya verildi. Ülke nüfusunun %90’ına yakınını oluşturan Hutular ve yaklaşık %10’luk nüfusa sahip Tutsilerin yüzyıllardır aynı topraklarda barış içinde yaşaması da bu tarihte son buldu. Belçika, aralarında kültürel farklar bulunsa da fiziksel özellik bakımında ayırt edilemeyen bu iki halkın kimlik kartlarına “etnik künye” ekler. Ülkedeki etnik ayrışma ilerleyen süreçte iç savaşa evrilecek ve çoğunluğunu Tutsilerin oluşturduğu büyük bir kitle, göz göre göre ölüme yollanacaktır.